Kendi yokluğumda, yokluğumu yaşadığım 3 gün

Günlerden 28.09.2007 Cuma. Cuma namazı sonrası çıkmış izzet baysal caddesinde avare avare yürüyorum. 2007 yılı benim için sıkıntı yılı oldu diyordum kendi kendime. Sürekli bu sıkıntılardan kurtulmak için fikirler üretmeye çalışıyor ama artık kafamın içerisinde çıkılmaz bir hal alıyordu düşüncelerim. Bu esnada ramazandan sonra her şeyin daha iyi olacağını düşünürken biranda alabalık sezonunun da bu ramazanla kapandığı fikrimde belirdi. Omzumda asılı duran kamerayı Muzaffer ağabeye vermek için onun yanına gidecektim ve Muzaffer ağabey aklıma her zaman Yedigöller ile geliyordu. O tam bir Yedigöller aşığıydı. Dedim hazır ramazandan sonra fırsat bulmayacağını bildiğin bir zamanda bi Yedigöller turu yapalım, hem sezonu kapatırız hemde benliğimdeki dertleri diyerek motosikletimin yanına ulaşmıştım. Motosikletime bindiğimde ise Yedigöllere gitmeye karar almıştım çoktan. Muzaffer ağabeye emaneti teslim ederek kısa bir muhabbetin sonrasında evin yolunu tutmuş ve neler götüreceğimi hesaplamaya başlamıştım. Gitmişken orada birkaç gün kalayım diyordum ve bu düşünce kafamdayken götüreceğim malzeme listesi de kabarıyordu. Ama minibüs hafta sonu eve lazımdı ve ben nedense motosikletimle gitmek istiyordum. Hazırlıklar falan derken vakit ilerlemiş iftar vakti ile iftar etmiş hazırlıkları da tamamlamıştım. Yola çıkmaya hazırım derken kendimi marketin önünde alışveriş yaparken buldum. Alışveriş sonrası ise Yedigöller yolunda.

Artık yoldaydım, hava mükemmeldi ve acelemde yoktu aheste aheste ilerliyordum. Kapankaya mevkiine geldiğimde saat 22:05’i gösteriyordu. Çeşmede elimi yüzümü yıkayarak su içerken aklıma gece avında şamandıralı avda kullanmayı düşündüğüm solucanlar geliyor aklıma. Evet solucanları unutmuştum.   Kendi kendime; evet mepps ile avı seviyordun buyur işte meydan işte meppsler diye gülerken yan taraftaki Orman işletme şefliğine ait binadan bekçinin bana yaklaştığını gördüm; “Hayır ola, yolculuk nere” diyerek sohbet başlamış ve Yedigöllere dediğimde bekçinin yüz ifadesini tam fotoğraflıktı. “Motorla mı?” sorusunun akabinde ise “gel yolda üşümüşsündür çay demledim iki bardak çay iç öyle devam et” sözleriyle daha çayı içmeden içim ısınmıştı bile. Sıcak çay odasında üzeri açık sobanın karşısında çaylar ince belli bardağa girmişti. Sobadan öyle bir ateş sesi geliyordu ki sanırım hiçbir müzik aletinden o denli rahatlatıcı bir ses çıkmazdı. Tabi birde sıcak kanlı sohbet olunca yanında vaktin nasıl geçtiğini anlayamadım. Saate baktığımda 23:10’u gösteriyordu ve 1 saatten fazladır muhabbet ediyorduk. Hemen müsaade isteyerek yola koyuldum. Bu defa kafama kaskı takmamıştım. Az yukarıda telefonun çok iyi çektiğini bildiğim bir yerde durarak telefonumu bekleyen biriyle görüşme yapmam gerekiyordu. Sonuçta 2-3 gün telefondan ve bekleyenlerimden uzak kalacaktım. Tepeye yaklaştığım sırada yolun sol eteğinden yola doğru hareket eden 3 karaltı ve 3 çift göz gördüğümde gazı kesmiş bir hayli yavaşlamıştım. Çünkü ne ile karşılaşılacağı bilinmezken üzerine gitmek akıllıca değildi derken karartılar artık yola çıkmış kafalar bana doğru dönmüştü. O esnada gayri ihtiyari ışığın ferini artırmak ve birazda gürültü yapmak için sanırım gaza yüklendiğimde karşımdaki canlıların 3 adet vahşi kurt olduğunu fark ettim. Benim onların üzerine gitmem ve ışıkla gürültünün verdiği refleks ile onlarda birden dağın yamacına doğru koşmaya başlamıştı. Bende derin bir nefes alarak orayı geçmiştim. Durup telefonla görüşmem gerekiyordu ama artık durmak ne mümkün.   
Hemen kaskı hareket halindeyken kafama takarak tepeyi aştım. Tepeyi aştığımda gecenin ikinci oyunu karşımdaydı. Gerçi bunu düşünmüştüm ama yaşamak bir başkaydı. Vadiye girdiğimde artık ayışığıda dağın sırtında kalmış beni ormanda bi başıma bırakmıştı. Taaki yedigöllerin girişindeki “Ücret Ödeme” Levhasını görene kadar. Böyle bir tabelayı gördüğüme sevineceğim aklıma gelmezdi hiç. 
Artık yedigöllerdeyim. Hemen Muzaffer ağabeyin tarif ettiği yere gidip motosikletten iniyorum. Saate baktığımda 00:01 olduğunu görüyorum saatin. 4 Saat süren macera ve ürperti dolu bir yolculuk sonunda kavuşma anını gölün yanında yaktığım bir sigara ile kutluyordum. Ay ışığı göle vurmuş ve harika bir manzara karşılıyor beni hoş geldin dercesine…
Sabah sahur ve av için zinde olmalıyım, üzerimdeki gerginliği atmalıyım diyerek hemen malzemeleri boşaltıyor ve ilk olarak çadırımı kuruyorum. Sonra derin bir nefes alarak hayat işte bu deyip giriyorum uyku tulumunun içine.

Saat 03:45 gibi uyanıyorum zinde bir şekilde ve ilk iş çay demlemek oluyor. Sıcak çay ve aparatif bir kahvaltı sonrası biraz göl çevresinde dolaşıyorum. Hava hafif aydınlanmaya yüz tutuyor ve ben oltamı alıp kıyı köşe başlıyorum yoklamaya derken o da ne 2. atış ve güzel bir vuruş. Müthiş bir keyif ve mücadele sonrası alıyorum kıyıya. Güzel 23cm lik bir gökkuşağı. Foto makineme bakıyorum yanımda değil. Neyse kamp alanına doğru yoklaya yoklaya gider orada alırım makineyi diyorum.  Kamp alanına yaklaştığım bir noktada 2-3 metre önümde olan bir ağacın altına salıveriyorum meppsi nazikçe. Meppsim suya iniyor ve makinemin kolunu 1-2 tur çevirmemle kamışın suyu selamlaması bir oluyor. İlk defa bu denli sert bir vuruş alıyordum. Mütiş bir mücadele sergiliyoruz her ikimizde. Balık birkaç kez gövde gösterisi yapıyor bana suyun üzerinde parende atarak ve Burak ağabeymin kulaklarını çınlatarak bastırıyorum kamışın ucunu suya. Derken balık kıyıda, bir gökala 30 cm üzeri mükemmel bir güzellik. Çadırım yakın ve koşuyorum makinemi almaya ve görüntülüyorum bu güzelliği hava aydınlanmadan. 2 balığıda yakınımdaki çeşmenin ayağındaki kütük oluğa bırakıyorum. Biraz daha çalışma ile 4 gökala, 2 abant alası oluyor kütük oluk içerisinde ve hepside limitler üzerinde. 1 Hafta önce yaşadığım avdan sonra en mükemmel avım oluyor bu av. Gerçekten mepps ile avlanmayı çok seviyorum ve birde bereketli olunca keyfim dahada artıyor. Biraz daha dolaşıyorum ama tık yok. Geçiyorum komşu göle. Birazda orada deniyorum ama oradada umudu kestiğim bir anda bir vuruş ve bir tatlı su kefali geliyor 30cm üzerinde. Yiyeceğim(iz) balığı zaten almışım almayı düşünmüyorum ama geri iade etmek hiç istemiyorum. Gelecek gökala ve kefalleri iade etmemem gerektiği düşüncesi ile hemen yanımda bana bakan bir çift göz görüyorum. Küçük 7-8 yaşlarında bir kız çocuğu. Ailecek kapm yapmışlar ve orada balık yakalarak zaman geçiriyorlar. Yanlarına yanaşıyorum bir merhaba diyerek. Yanlarında az önce gördüğüm bir kavanın onların olduğunu düşünerek kavanız varmı diye soruyorum. Evet diyor karşımdaki ses. Seviniyorum ve afiyet olsun diyerek kefali bırakıyorum kovaya. Adam şaşkın bi halde bana bakıyor. Biraz muhabbet sonrası Bursalı olduklarını öğreniyorum. Ardından ayrılıyorum yanlarından ve kamp yerine dönüyorum.
Sabah sporunu yapmıştım ve hava ısınmıştı artık. Olta atmak istemiyordum akşama atacağım düşüncesi ile ve kamp alanımı toparlayarak çıktım bir geziye..

Saatler ilerliyor ve vakit öğleyi geçiyor… Bir ara teknolojiyi özlediğimi düşünüyorum. Yada teknolojinin bana ulaştırdığı o neşeli sesi.. Motosiklete bindiğim gibi çıkıyorum seyir tepesine. 5km lik bozuk yol ne ara bitti o muhteşem manzaralardan anlayamıyorum. Teknolojinin de yardımlarıyla hoş bir sohbet sonrası birde Muzaffer ağabeyi arıyorum. Telefonun diğer ucundaki ses gece geliyorum çayı hazırla diyor. Peki o zaman madem gece geleceksin gelirken benim çiflikteki solucanlarıda kap getir şamandıra muhbbeti yaparız gece diyorum ve tamam diyor. Muzaffer ağabeyimin de geleceği düşüncesi yüzümde bir tebessüm oluşturuyor ve bu tebessümle tekrar iniyorum göller bölgesine derken köşe bucak akşam oluyor.

Kamp alanına dönüyorum hava kararmak üzere. Bu arada 2. Kez Burak ağabeyin kulaklarını çınlatıyorum. Göl üzeri sanki bayram yeri. Bütün balıklar yarış yaparcasına sinek avlıyorlar göl yüzeyinde. Baka kalıyorum göle ve harika manzara karşısında mest oluyorum adeta. Tam fly zamanı diyorum kendime ve bir sinek yakalıyorum. Küçük kahverengi uzun kanatlı sinekler. Seneye flyda deneriz inşallah diyerek başlıyorum akşam yemeği için hazırlıklara.
2 gökala ve 1 abant alasını temizleyip domateslerin üzerine bırakıyorum. O sırada çay demleniyor ve hafif belirmiş ay ışığında akşam yemeğimi yiyorum. Ardından bir keyif çayı ve 3.kez Burak ağabeyin kulaklarını çınlatarak başlıyorum yalnızlık ve benliğimle muhabbete. Gece vakti öyle bir ortamda sıcak çay eşliğinde yumuşacık koltukta insanın zihninin daha randımanlı çalıştığını fark ediyorum. Bu arada ilk demlik çayı da noktalamışım. Saate bakıyorum saati 21:45 yapmışım. Muzaffer ağabey gelmek üzeredir diyerek 1 demlik daha demliyorum ve o arada kalan 4 balığı da temizleyip tavada hazırlıyorum. Vakit ilerliyor ve 00:15 olduğunda saat demliğin yine tükendiğinin farkına varıyorum. Muzaffer ağabeyden ise ses seda yok. Galiba işi çıktı gelemiyor diyerek ümidi kesiyorum, etrafı toparlayıp saati 04:00’e kurarak giriyorum çadıra tulumun içine. Derin uykulara yelken açtığım bir anda kurduğum saatten önce uyanıyor yada uyandırılıyorum müthiş bir gürültüyle. Dağ yerinde hiç alışkın olmadığınız bir gürültü duyuyorsanız hele hele gecenin ilerleyen vaktinde oluyorsa bu olay kesin kokuyorsunuz. Uyanışınıza vesile oluyor ama o ses tabak çanak şangırtısıysa birde kesin deprem oluyor diyorsunuz. O kısa zamanda tulumun içinden çıkıp çadırın fermuarını açarak dışarı çıkabileceğinizi düşünüyor yada gölün yanına yakın bir yükseltiye kurmuş olduğunuz çadırın siz çıkamadan yuvarlanıp göle düşeceğini düşünüyorsunuz. Ama dışarıdan gelen gülüşme sesleriyle içiniz rahatlıyor.
Bu duyguları yaşadığım 2-3 saniyelik zamanın sonrasında çadırın fermuarını açtığımda uyku mamuru gözlerim fal taşı gibi açılmış ve karşımda gecenin bi yarısı Muzaffer ağabey ile bir misafir Hüseyin ağabey… Ben söz verdiysem tutarım dercesine bana bakıyor ve yüzümde ilk defa görüyormuşcasına asılı bir tebessümle hoşgeldiniz diyorum.
Güzel bir muhabbet eşliğinde çayımız demleniyor ve ardından akşamdan hazılamış olduğum tavayı koyuyoruz ateşe. Gecenin soğuğunda sıcak çay ve muhabbet eşliğinde sahurumuzu yapıyoruz. Sonra starlüxler eşliğinde şamandıralı 2 oltalayı göl ile buluşturuyoruz. Gece karanlığında starlüxlerin suyun içinde kaybolmasını bekleyip kaybolduğu anda büyük bir sevinç ve heyecan ile ilk defa alabalık yakalıyormuşcasına oltayı çekmek.. Tabiî ki bu beklentiler eşliğinde koyu bir sohbet. Gün ağarmaya yüz tutuyor ve Muzaffer ağabey ben mesaiye yetişeceğim deyip 07:45 civarı ayrılıyor yanımdan. Bense sabahın bereketini kaçırmamak için şamandıralı oltalarımı toparlayayıp mepps takımlarıyla büyük ve derin gölü resmen tarıyorum. Tek bir vuruş yok derken bi anda bereketi açılıyor günün ve yarım saat içinde peş peşe 4 gökala 1 abant alası alarak noktalıyorum avı. Kamp alanına döndüğümde en büyüğünü ölçüyorum ve 32 cm geliyor. İşte sezonun son avı diyorum kendime. Akşamdan beri mepps ile hiç kırmızı benek taktıramadığımı düşünüyorum ve sebebini çözmeye çalışıyorum bir yandan. Diğer yandan ise geceden beri solucanla yakalayıp bıraktığımız onlarca balığı düşünerek alabalık avcılığının zevkine varıyorum. En azından doğal balıkları yine doğal ortamlarına geri bıraktık diyerek tebessüm halinde toparlıyorum kamp alanımı. Bu arada aklıma ilişen bir soru zihnimi bulandırıyor. Mepss ile av çok zevkli ama bir çok kez balığı iade şansınız olmuyor. Üzücü bir durum bu düşünceleri eşliğinde kamp alanım toparlanmış durumda. Küçük bir mıntıka sonrası başlıyorum gezmeye. Akşam saatlerine kadar geziyorum etrafı zevkine vararak ve hava kararmadan yolu geçip özellikle Kapankaya seyir terasından gündüz gözüyle manzarayı seyretmek için veda ediyorum yedigöllere.
Güzel manzaralar eşliğinde yine aheste aheste eve dönüyorum ve eve döndüğümde saat 22:08’i gösteriyor.

Kendi yokluğumu yaşadığım 3 gün ile 2007 yılında tanıştığım sportif alabalık sezonunu Yedigöller vadisinde kapatmanın mutluluğu ile giriyorum evimin kapısından içeriye. Aklımda ise tek bir düşünce. Umarım bu güzellikler kalıcı olurda her nesil bu güzellikleri yaşar.

Ömer Fatin YERLİKAYA

Yedigöller/ Eylül 2007

Yorum bırakın

Scroll to Top