Tarih 2 Nisan 2010 Cuma. içimde tarifsiz bir heyecan var.. Buna siz sezon açılışı deyin ben dostlarla geçecek bir hafta sonu. Ne derseniz deyin ama içimi coşturan ufuktaki bulutları dağıtan bir esinti gibi bir şey bu. İş çıkışı bir hızla evin yolunu tutuyorum. Her sabah ve akşam saydığım trafik ışıklarını bile saymadan yol bitiyor. İçeriye girişimle bayramlıklarımı hazırlamaya ve düzenlemeye başlıyorum. Biran çocukluğum aklıma geliyor. Bayram sabahını ve puslu havayı beklediğim vakitleri hatırlıyorum. Demek ki insan yaşlansa da bayram heyecanı sadece evrim geçiriyor ama değişmiyor. Malzemeleri hazırlıyorum bir yandan ve düşünüyorum 2 günlük koşuşturmacayı. Acaba nasıl geçecek ve beklentiler karşılanacak mı? Saate baktığımda vaktin gece yarısı 4’e geldiğini görüyorum ama nedense halen gözlerimde uyku yok. içimdeki coşkulu heyecana bağlıyorum bunu ve uzanıyorum yatağıma. Biraz sağa biraz sola dönüp ütülü nevresimi kırıştırdıktan sonra uyanıyorum. Henüz 2 saat geçmiş olmasına rağmen yatakta, gözlerim fal taşı gibi açılmış gün doğumunun karartısıyla. Geç kaldım endişesiyle bir hışım benzinliğin önünde buluyorum kendimi. Biraz yakıt takviyesi sonrasında içimden kopan çığlık çığlığa ezgilerle düşüyorum Abant yoluna.
Abant’a geldiğimde içim kararıyor önce. Girişte karşılıyor endişeler. İş makinelerini ve hafriyat araçlarını gördüğümde gecenin bütün büyüsü kaçıyor adeta. Suyu gördüğümde biraz daha rahatlıyorum. Hakan ağabeyin sesi ve siması ile neşem biraz olsun yerine geliyor. Hoş beş selamlaşmanın sonrasında annesini arayan bebekler gibi bakınıyorum etrafa dost simalar peşine. Derken Tuncay ağabeyim ve Kereme rastlıyorum. Heyecanım bir kat daha artıyor. Hemen soruyorum başka kimler var? Tarık ağabeyin ismi dökülüyor Keremin dilinden ve eli batıyı gösteriyor. Kısa süren muhabbetin ardından batıya çeviriyorum yönümü. Bakıyorum karı koca olta sallıyorlar. İki çift muhabbetin ardından hadi iskeleye gidelim dendiğinde neden diyorum neden iskele? Çünkü üstad sezonu iskelede siyah beneklilerle açmış kelimeleri dökülüyor Tarık Ağabeyin dilinden. Üstad dedim ama belki anlayamayan olur; Sinan ağabeyden bahsediyorum. Hani 1 Nisanda Bolu ya sezonu açmaya gelip sessiz sedasız geri dönen hayırsız ustamız, üstadımız Sinan ağabey. Hayırsız kelimesi ağır oldu biraz ama hak etti. Bir daha zaten sezon açılışlarında Bolunun girişinde bilet keseceğim. Milli Parklardan bilet kesme iznini de aldımmı tamamdır. Zor alırsın diyenler var duydum saklanmayın. Merak etmeyin Milli parklar bol keseden dağıtıyor bu aralar. Herkese, her şeyi, her yeri veriyorlar. Bir bana bilet için mi müsaade etmeyecekler. Neyse geçiyoruz iskeleye. Tarık ağabey, Canan ablam ve Hakan ağabey başlıyorlar atmaya. Ben aslında hoş geldinize gelmiştim dönecektim. İşlerim vardı dükkanda ama dayanamadım çıkarttım oltamı. En azından meppsler ıslansın dedim. Bi kaç at çekin ardından Tarık ağabey o hafif kalıyor al şu Kastmasterı bunu kullan dedi. Peki dedim siz istediniz. Ben balık yakalamayacaktım ama şart oldu artık dememle kamışın ucu suyu selamlıyor. Üzerimdeki kıyafetler av kıyafetleri olmamasına rağmen kısa süreli güzel aksiyonun ardından aldım elime sezonun ilk güzelini. Kocaman siyah benekli 30 cm lik bir Abant alası. Bizimkilere bi baktım daha bi hırsla atıyorlar kaşıkları. Bense almışım alamı kıyıya keyif sigarası içiyorum. Olmayan bıyıklarımın altından güldüğümü görüyor Tarık ağabey. Hadi keyfini çıkar herkese nasip olmaz sezonu doğal ala ile açmak diyor.
Bir süre daha atıyoruz kaşıkları suya ve biryandan gülüşüyoruz hakan ağabeyle beraber Ersallar çiftine. Diyorum zaten bunlar balık yakalayamazlar bu gidişle birbirleriyle didişmekten. (şaka tabi)
Vakit ilerliyor ve Tarık ağabey açlığından dem vuruyor. Balıkta yakalayamadılar ya iyice acıktılar divaneler. Neyse o arada İŞLETME sorumlusu olduğunu söyleyen VEZNEDAR geliyor olta paralarını almak için. Kaç para diye soruyoruz ve Ersallar dan 30 lira istemesiyle içimden bi kahkaha kopuyor. Hah diyorum, adam baltayı taşa vurdu.
Neden 30 diyoruz adama ve ilginç cevap geliyor. “sizin attığınız oltaların ucunda 3 iğne var” demesiyle Tarık ağabeyi göremiyorum ortada. Az bi süre sonra elinde sirkülerle geliyor Tarık ağabey ve ilgili maddeyi okuduğunda adamın surat ifadesi limona batırılmış zeytine dönüyor. Neyse Canan ablamla biraz gülüştükten sonra Muzaffer ağabey geliyor ve dönüyoruz başlangıç noktasına. Oda ne herkes ailelerle gelmiş olmalı diyorum. Karşımda baret pardon Berat ve Nermin abla. Balık varmı diyoruz 1 tane Nusret ağabeyde olduğunu öğreniyoruz. Nusret ağabeyle de selamlaşıp misafirler sofraya davet ediyor. Ne yüssüzüm demi kahvaltıyı benim hazırlamam gerekirken misafirlere hazırlatıyorum.
Neyse çaktırmayın muhabbetin arasında kaynasın. Ha bu arada sigara börekleri Canan ablanın acukayla harikaydı
Getirenden ve sofrayı hazırlayandan Allah razı olsun
Kahvaltı sofrasında ve demlenmek bilmeyen çayın yanında yapılan sohbetin sonrasında çıkıyoruz yola gece konaklama yapılacak bölgeye doğru. Yolda karar değişiyor ve hem avlanacağımız hem de konaklayacağımız bir yere gidiyoruz. Havada çiseliyor hafiften. Diyoruz tamda gökkuşağı zamanı. Doğa bize yağmurla güneşi ne zaman karıştırsa kesin gökkuşaklarını serer önümüze. Herkes oltalara sarılıyor ve başlıyor köşe bucak yoklamaya. Ben yine dayanamıyorum. Hakan abi fly çalışacağını söylediğinde Hakan ağabeyin kamış ve makinesiyle ufaktan yokluyorum kıyıyı. 1-2 derken 3. atışta hop 30 cm lik bi gökala. Bi yandan da sabahın ilk saatlerinden beri takılıyorum Canan ablaya. Abla sen buraya tatile mi geldin balığa mı diye. Biraz kızdırdıktan sonra bir iki atış daha yapıyorum ve hop 1 tane daha. Muzaffer ağabey zorla alıyor oltayı elimden. Bırak diyor misafirler yakalasın
Neyse diyorum canan ablama kalsın gerisi. Canan ablam ise üzerindeki montun ağırlığından dem vuruyor. Ben diyor bu mont ağır olduğu için yakalayamıyorum. Bi çıkartayım sonra bak nasıl yakalıyorum dediğinde patlatıyorum lafı. Ablam istersen benim montu vereyim halen üzerinde Abant alsının kokusu var dememle arabaya doğru kaçıyorum. Gülüşmelerin ve selamlaşmanın sonrasında dönüyorum Boluya. İşyerinde işlerimi biran önce bitirip dönebilmek için acele ediyorum. O arada Eskişehir den Nuri ağabeyimizin ve Babasının geldiği haberiyle mesaiyi bitiriyorum. Hanımı da evden alıp biraz hazırlık sonrası düşüyoruz mekanın yoluna. Mekana vardığımızda hava biraz bozuyor ve hemen brandayı çekiyoruz. Bu arada beni gelecek diye sofrayı hazırlamışlar sağ olsunlar
Kadim dostum ByMurat geliyor selam vermek hoş geldin demek için. Akabinde Muzaffer ağabey, Filiz abla ve Samet geliyor. Birde Kocaeli’nden kalkıp desteğini ifade etme adına Murat Bal kardeşim geliyor.
Sohbet muhabbet derken vakit ilerliyor. Sofradan yemeklerin biri kalkıyor biri geliyor. Balığıydı, saç tavasıydı, alinaziğiydi, mangalda tavuğuydu derken masa hiç kalkmıyor. Durup dinlenip yemek yedik desem yalan olmaz hani
Gecenin ilerleyen saatlerinde Balık Ahmet lakaplı Ahmet ağabeyimizde bize katılıyor kısa sürelide olsa. Katılmak ki ne katılmak. Bir tepsi baklavayla beraber. Böyle misafire can kurban
Gerçi ben tatlıyı hiç sevmem ya neyse
Bu arada vakit iyice ilerledi. Artık tatlı falan kesmez bizi diye başladım çiğ köfte yoğurmaya. Tuncay ağabeyin uyku muhabbetinin yanında güzel bi çiğ köfte yoğurdum. Sonrası ise malum göbek marul katıldı baki muhabbetimize. Ertesi gün yoğun geçeceği için gece yarısına doğru herkes uyku moduna geçiyor.
Ve nihai anlar yaklaşıyor.
Tarih 4 Nisan 2010 Pazar. Abant kıyısına geldiğimizde Oltacılar Der den arkadaşlarla selamlaşıyor tanışıyoruz. Koyu bir muhabbet ve sonrası malum. Malum diyorum çünkü Türkiye de neredeyse duymayan kalmadı. Bu raporda da bunları aktarmak istemiyorum. Umarım mazur görürsünüz. Hele hele ayrılık vaktini ise hiç anlatmayacağım. Çünkü inanın ayrılmak zor oldu. Sahipsiz kalacakmış korkusuyla hem Abant tan hem dostlardan.
Güzel geçen 2 gün için tüm dostlara; Tarık ağabeyime, Tuncay Ağabeyime, Canan ablama, Nermin ablama, Berata, Hakan ağabeye, Muzaffer ağabeye, Filiz ablama, Samete, Kereme, Nusret ağabeye, Murat Bal kardeşime ve Eşime ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Ayağınıza ve yüreğinize sağlık. İyiki varsınız.
08.04.2010