Ramazan ayı geçmiş ve hayata yeni bir çizgi ile başlamıştım. Artık mutluydum çünkü kendi işimle uğraşıyor ama yoruluyordum. Çalışma kavramım değişmiş geceleri gece yarılarına kadar çalışıyordum. Hızlı bir başlangıç olmuştu ramazan sonrasında..
İş başlangıcı öncesinde Burak ağabeyimden gelen “Hazırlıklı ol, bi gökala av turu düzenleyebiliriz” mesajı ile içimde kıpırdanmalar başlamıştı bile. Günler ilerledi ve ev zamanı geldi. Muzaffer ağabeyim ekip netleşti ve Sinan ağabeyde ekipte dediğinde sevincim bir kat daha artmıştı. Ben çok şanslı bir çıraktım kesinlikle. Üstatlar ile avlanmak yeni alacılara pek nasip olmuyor diyordum kendimce. Ekipte olacağını düşündüğümüz bir kişi daha, Tarık ağabey vardı ama katılamayacağını öğrendiğimde üzüldüm, inşallah bir başka sefere dedim kendi kendime teselli olarak.
Vakit yine ilerlemiş ve tarih 26 Ekim 2007 cumayı gösterdiğinde hazırlıklar başlamıştı. Çok fazla hazırlığa da gerek yoktu ama yinede birkaç bir şey hazırlamak gerekiyordu. Derken havanın geceye yelken açtığı bir vakitte bizde muzaffer ağabey ile Ankara ya doğru yelken açmış ekibin geri kalanını almak için yola düşmüştük. Fırından aldığımız sıcak patetesli Bolu ekmeğini bölerek o sıcak ekmek buğusunda heyecanlı bir yolculukla bir anda kendimizi Ankara girişinde bulmuştuk. Burak ağabeyden önce Sinan ağabeyi almaya karar kılmıştık ki Sinan ağabeyle telefon görüşmesi başladı bu arada. Sinan ağabeyin evini bulmak için Ankaranın içini fethederken Burak ağabeyin de sokağının önünden geçmeyi ihmal etmedik. Muzaffer ağabeye aaaaa Burak ağabeyin evi bu sokakta desem de; olmaz Sinan ağabeye söz verdik önce Sinan ağabeyi alacağız diyerek Ankara içini yıldızlar altında gece turistik bir tur ve yaktığımız mazotun 2-3 misli de telefon faturası sonrasında şükür ki Sinan ağabeye kavuştuk.
Ayak üstü sıcak mı sıcak hoş beş muhabbetin sonrasında düştük Burak ağabeyin evinin yoluna. Arada tabi Ankara içinde yaptığımız turistik geziyi aktardık Sinan ağabeye ve derken Burak ağabey ne ara arabaya bindi anlayamadım.
Sanki bin yıldır görüşmemişiz gibi hasret dolu ama kırkbin yıldır berabermişcesine sıcak bir muhabbet eşliğinde koyulduk yollara. Bu arada Muzaffer ağabeyin gribal enfeksiyonu nedeni ile kısa bir mola vererek ekibin en küçük üyesine direksiyonu teslim etti. Yol boyunca acaba geçtiğimiz yerlerin neleri meşhur, ve gecenin bu saatinde o meşhur öğelere ulaşabilirmiyiz umuduyla birkaç konaklamanın sonunda (bu arada o meşhurlara ulaştık) kendimizi, hayaliyle saatlerce uykusuz yollara bıraktığımız dereye girdik. Muazzam bir ortam muazzam bir güzellik içinde suyun yakınındaydık artık. Bu muazzamlığı tek bozan şey ise sadece yol üzerindeki balık çiftlikleri idi. Acı bir tabloydu ama o an için yapılabilecek bir şey yoktu.
Ama bu bizi amacımızdan yıldıramazdı. Kısa bir giyim kuşam ve Burak ağabeyin eşinin hazırladığı o müthiş sandviç ve börekler eşliğinde başladık dere kenarına inmeye. Öyle güzeldi ki börekler yaklaşık 1 saat süren yürüyüşün yarısı boyunca börekleri konuştuk desem yeridir. Çok çok teşekkür ediyorum buradan da Burak ağabeye ve o leziz aparatifleri hazırlayan eşine.
Derken 1 saatlik yolculuğun sonunda sıcak havanın etkisiyle soğuk suyun yanına indiğimizde bir anda birden herkes kayboldu ortadan. Bu kaybolma çok normaldi çünkü o camgöbeği suyu gördüğünde insan içmeden sarhoş oluyordu. Su ve ortam öyle güzel di ki inanın kelimeler kifayetsiz kalacaktır. Sadece bir örnek vererek bu güzelliği nakşeymeye çalışayım. Gürül gürül akan suya baktığınızda suyun 1 metre altındaki minik böcükleri bile çok net bir şekilde görüyordunuz ki bu bile insanı içmeden sarhoş etmeye yetiyor. Bu etkiden kurtulmaya başladığımda etrafıma baktım ki meppsler havalarda uçuşuyor ve meppslerin seyirmesiyle mükemmel bir gökkuşağı oluşuyordu su ile sema arasında. Gökkuşağı hiç bu kadar gözüme güzel görünmemişti. Herkez şıkır şıkır semaya gökkuşağı çiziyordu ama bende 1-2 sonra tık yok. Ha gayret, şöyle atmalı, böyle atmalı, şöyle çekmeli, böyle çekmeli derken birazda ustatları izleyerek günü tamamlamaya yakın Sinan abiden gelen güzel bir tüyo içerikli kargo ile pat üçüncü gökkuşağını da çizdim su ile sema arasına. Öyle çok mutluydum ki anlatamam. İlk defa derede mepps atıyordum. Müthiş bir keyifti bu. Derken hava kararmaya yüz tuttu ve zirveye bir yolculuk yapmalıydık. Bu arada o da ne Burak ağabey göründü ufukta tasmaladığı bir dinazor ile. Biraz kıkırdaşma tüyo alma sonrasında başladık yürüyüşe. İnerken yaklaşık 1 saatte indiğimiz yol neredeyse 2 saat sürmüştü. Taşların tepelerin üzerinden araca ulaşmış ve kamp yapacak bir alan için yola koyulmuştuk. O mekanda kamp kuramadığımız için bir başka kamp yeri bulmalıydık. Bu arada epey de acıkmıştık. Şimdi ismini hatırlayamadığım ki Sinan ağabey kesin hatırlayacaktır iyi muhabbet kurmuştu onunla bir lokantacı gençle selamlaştık şehrin yakınında. Önce sıcacık bir çorba içtik geceye yelken açtığımız o saatte ama ne çorba. Herkesin söylediği tek kelam çorba mükemmeldi sözü oldu. Gerçekten de mükemmeldi çorba ve lokantacı gencin muhabbeti.
Eee gece epey ilerledi ve kamp yapmamız lazımdı. O kadar yol geldik ve susuz bir alanda kamp yapmamız olanaksızdı ve yakında gördüğümüz ilk dereye yanaştık. Kapm alanını bulduk ve yerleştik. Su öyle güzel akıyordu ki en kötü ihtimalle burada sabah kefaller öyle hareket ederiz diye düşünerek tatlı bir telaşe ile kamp alanımızı kurduk. Biraz muhabbet ve aparatif atıştırma ile gece ilerlemiş ve zaten grip sorunu olan Muzaffer ağabeyden gelen ben uyku moduna geçiyorum sözüne ardından bende eşlik ederek çadırların yolunu tuttuk ki derin bir uyku sonrası sabah 10 da uyanıp Ankara ekibinin diline düşecek olacağımı bilseydim o gece uyumazdım diyerek başladık kahvaltı hazırlığına..
Kahvaltı boyunca da Ankara ekibi Bolu ekibini taş yağmuruna tuttu desem yeridir. Ya Muzaffer ağabeyle benim uyuya kalmam yada uyandırılmamamız günün muhabbetini belirlemişti. Kahvaltımız bitti ve derenin gürül gürül, dolu dolu akan suyunun boş aktığı muhabbeti yüzlerdeki tebessümü neredeyse yok etmişti. Öyle coşkulu bir su vardı ki ben ve tüm ekip bu suda doğal bile bulunabilir diye düşünmüşken kefal bile olmaması yada az olması, o derenin boş olması tüm ekibi kahretmişti gerçekten…
Biraz Fethiye de itfaiyeyi teftiş sonrası kısa bir yolculuk ve yine gökkuşaklarının yanındayız. Ama gökkuşaklarının yanına geldiğimizde hava kararmıştı ve uygun bir kamp yerine kamp kurarak önce ilk günki yakaladığımız gökalaları tavaya atarak başladık yemeğe. Derken narı ateşte demlenmiş çaylar yudumlandı günün ve yolların istişaresi yapılarak. Muhabbet öyle koyulaştı ki zifir karanlık ve kor ateşin karşısında tatlı bir kemençe sesiyle muhabbet tam demini aldı.. Vakit ilerledi ve bu defa gecenin ilk firesi saat 23:45 gibi Ankara ekibinden geldi. Burak ağabey çadır yolunda hızlı adımlar la ilerliyordu. Ertesi günün muhabbeti belli olmuştu bile.
Saat gecenin son çeyreğine yaklaşırken muzaffer ağabeyin elinde kahve cezvesi belirdi ve közde fokurdayan Türk Kahvesi porselen fincanlarda yerini aldı. Eeee kahve dumansız gitmezdi yanına duman lazımdı. Eski patronumdan yadigar kalan proları çantamdan çıkardım ve başladık muhabbetin derinlerine doğru dalmaya.. Saat 03 civarı ateş korunu kaybetmeye başlamıştı ve ben kalkarak sessizce odun aramaya başladım ki oda ne Ankara ekibi ikinci fireyi veriyordu. Hiç aklımdan geçmezdi Sinan ağabeyin artık yatalım diyeceği ama kader işte o kadar bizimle gırgır geçerlerse olacağı buydu. “Keser döner sap döner, Birgün gelir hesap döner” sözü erken tecelli etmişti. “Ömer çok yoruldunuz, gün boyu hiç durmadınız artık yatalım” sözleri “kendimi düşünmüyorum anne, sana güzel bir gelin istiyorum” sözünü anımsattı o vakitte bana.
Neyse reis yatalım dedikten sonra boynumuz kıldan ince diyerek bizde girdik çadıra. Ama muzaffer ağabey Burak erken yattı şimdi sabah erken kalkar bizide uyandırmaz diyerek gitti arabanın kapılarını kilitledi ki oltalarını almak için uyandırmaya mecbur kalsın diyerek.
Uyku tutmayan bir gecenin ardından sabah olmuş ve aparatif bir kahvaltı sonrası yine kılıçlar kuşanılmıştı. Zorlu bir parkurdu ve yine dağıldık etrafa. Öğle saatlerinde toplaşıp dönüş hazırlığı yapacaktık ki o saate kadar kimse bir şey yakalayamamıştı. Son bir bölgede birkaç atış daha yapalım derken benim ve muzaffer ağabeyin kefal ve gökala çektiğimizi gören Ankara ekibi hemen yanımıza konuşlandı. Ha bakalım de bakalım ama Bolu ekibinden başkasına pas vermiyordu gökalalar. Hele benim 30cm civarı bir gökala çekmemle ekip daha gayretli ve yumuşak konduruyordu oltaları suya. Derken oda ne pat pat pat ben mepps ile beşledim gökalaları. İri iri gökalaları mepps ile dereden çıkarmak mütiş zevkli ve tatmin ediciydi. Hele hele iki mepps ustasının yanında dahada keyif buluyordum. Yakaladığım her balığı çekerken Burak ve Sinan ağabeye bakarak “Çaldığınız maya tutuyor, yakında yoğurdu yeriz” dercesine çıraklığın hakkını verdiğimi gösteriyordum onlara. Şen şakrak dereyle vedalaşarak araç yanına döndük. Giyin kuşan derken dönüş kasveti basmıştı bile tüm ekibe. Bu avın sonunda aklımızdaki kalan tek düşünce ise “Tüm boş akan suların birgün dolması ve o ortamların korunması” oldu. Bu düşüncelerle, bu düşüncelerin değerini bilenlerinde oraları ziyaret etmesi umuduyla son bir bakış fırlatarak dereyle vedalaştık ve çıktık yola.
Sabah hafif aparatif atıştırdığımız için çok açtık. Dönüş yolunda Önde Burak ve Muzaffer ağabeylere arkadan Sinan ağabeyimle o kadar baskı yaptıysak ta bi türlü durup yemek yemeye ikna edemedik. sinir Hani derler ya “At öldü ortaklık bozuldu” diye, onun hesap bizimde “av bitti yemek bitti” dediler ve saat 16:30 a kadar aç bıraktılar bizi. Hatta bir ara Sinan ağabey konuşmama orucuna başlayınca 16:30 gibi bir lokantanın önünde durdurdular arabayıda aç karnımızı doyurduk. Ama öndeki ikiliye söylüyorum onlar iyi bilirler kendilerini orda bana o tavayı yaptırtmadınız bigün o saç tavayı size yaptıracağım haberiniz olsun.
Şen şakrak bir yolculuk sonrasında Ankara ya indiğimizde herkes de bir sessizlik vardı. Önce Burak ağabeyle vedalaştık ve sonra Sinan ağabeyle derken tüm büyü bozulmuştu Ankara çıkışında. Yorucu ama güzel geçen bir av birlikteliğini de noktalamıştık.
Birlikte çok güzel vakit geçirdiğim Sinan ağabeyime, Burak ağabeyime, Muzaffer ağabeyime bu harika ekibe en derin duygularla teşekkürlerimi sunuyorum. İyiki varsınız ve sizi seviyorum.
Ömer Fatin YERLİKAYA
Ekim 2007